Sürdürülebilirlik
11/8/2025
Kimyasal kirlilik, “insanların ve doğanın gelişimi için iklim değişikliğiyle aynı ölçekte bir tehdit” oluşturuyor; ancak kamuoyu farkındalığı ve alınan önlemler açısından küresel ısınmanın onlarca yıl gerisinde bulunuyor. Deep Science Ventures (DSV) tarafından hazırlanan rapora göre, sanayi ekonomisi doğada bulunmayan 100 milyondan fazla “yeni kimyasal” üretti. Bunlardan 40 bin ile 350 bin arasındaki maddenin ticari kullanım ve üretimde yer aldığı tahmin ediliyor. Yinede, ADHD’den kısırlığa ve kansere kadar uzanan sağlık etkilerini ortaya koyan kanıtlar artsa da, biyosferin bu ölçekte kirlenmesinin çevre ve insan sağlığı üzerindeki sonuçları geniş ölçüde fark edilmiyor.
Raporu hazırlayan DSV kıdemli iklim uzmanı Harry Macpherson, Guardian’a yaptığı açıklamada, “Sanırım bazı insanlar için en büyük sürpriz bu. Belki insanlar sokakta yürürken soludukları havanın, içtikleri suyun, yedikleri yiyeceklerin; kişisel bakım ürünlerinin, şampuanın, ev temizlik ürünlerinin, mobilyalarının gerçekten titiz güvenlik testlerinden geçtiğini sanıyor ancak durum pek de öyle değil.” dedi.
Grantham Vakfı tarafından finanse edilen proje kapsamında sekiz ay boyunca Macpherson ve ekibi onlarca araştırmacı, sivil toplum lideri, girişimci ve yatırımcıyla görüştü; yüzlerce bilimsel makaleyi analiz etti. DSV raporuna göre yalnızca gıda temas malzemelerinden – yani gıda hazırlama ve paketlemede kullanılan malzemelerden – 3.600’den fazla sentetik kimyasal insan vücudunda tespit edildi. Bunlardan 80’i ciddi risk taşıyor. Örneğin, “sonsuz kimyasallar” olarak bilinen PFAS maddeleri, test edilen neredeyse tüm insanlarda bulundu ve artık öylesine yaygın hale geldi ki, pek çok bölgede yağmur suyunda bile içme için güvensiz kabul edilen seviyelere ulaşıldı. Ayrıca, dünya nüfusunun %90’ından fazlası, Dünya Sağlık Örgütü kılavuzlarında belirlenen sınırları aşan hava kirliliğine maruz kalıyor.
Vücuda giren bu kimyasalların sonuçları yıkıcı olabiliyor. Rapor, yaygın kullanılan pek çok kimyasalın insan üreme, bağışıklık, sinir, kalp-damar, solunum, karaciğer, böbrek ve metabolizma sistemleri üzerinde tehdit oluşturduğunu ortaya koydu. Macpherson, “En belirgin şekilde öne çıkan bulgulardan biri, pestisit maruziyeti ile üreme sorunları arasındaki bağlantıydı. Düşük ve gebe kalma zorluğu için hem korelasyon hem de nedensellik açısından oldukça güçlü ilişkiler gördük” ifadelerini kullandı.
DSV’nin bulguları, Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan ve plastikler dahil çevresel kirleticiler için güvenli gezegen sınırlarının aşıldığını ortaya koyan önceki çalışmaları destekliyor. Pazar günü yayımlanan başka bir rapor ise dünyanın bir “plastik krizi” ile karşı karşıya olduğunu, plastik üretimindeki hızlı artışın bebeklikten yaşlılığa kadar hastalık ve ölümlere yol açtığını belirtti.
Rapor, mevcut toksisite değerlendirme, araştırma ve test yöntemlerindeki kritik eksiklikleri de vurguluyor; mevcut denetim mekanizmalarının insan ve gezegen sağlığını korumada yetersiz kaldığını gösteriyor. Macpherson, “Genelde yaptığımız test yöntemleri, pek çok etkiyi kaçırmamıza neden oldu.” diyerek özellikle hormon sistemini bozan kimyasallara dikkat çekti. Söz konusu maddeler kısırlıktan kansere kadar birçok soruna yol açabiliyor. Ayrıca, düşük dozlarda bile beklenmedik etkiler gösterebiliyor. “Endokrin sistemini bozan bir kimyasalın bazen doğrusal olmayan bir tepkisi olur. Çok düşük dozda ortaya çıkan etkiyi, yüksek doz davranışından tahmin edemezsiniz” dedi.
DSV, kendisini çevre ve insan sağlığı sorunlarını çözmeyi hedefleyen şirketler kuran bir “girişim geliştirici” olarak tanımlıyor. Raporun amaçlarından biri de inovasyon yoluyla çözülebilecek sorun alanlarını belirlemek. Kimyasal toksisitenin çevresel bir konu olarak aldığı fon miktarı, iklim değişikliğine ayrılan bütçenin yalnızca küçük bir kısmı. Macpherson, “İklim ve atmosfer çalışmalarına daha az fon ayrılmasını istemiyoruz ancak bu konu – oransal olarak – daha fazla ilgi görmeli.” dedi.
Sorunun bazı yönleri, çözümlerin daha kolay uygulanabilir olmasını sağlıyor. Macpherson, “İyi olan şu ki, insanlar kişisel olarak satın aldıkları şeyler hakkında endişelenmeye başlarsa bu süreç tüketici odaklı şekilde ilerleyebilir. Devasa bir kolektif eylem gerekmez; sadece daha güvenli ürünlere talep olması yeterli olabilir.” şeklinde konuştu.
Araştırmaya başladığından beri, Macpherson yiyeceğine temas eden maddeler konusunda çok daha dikkatli davrandığını söylüyor. Dökme demir tava kullanıyor ve özellikle plastiğin içinde yemek ısıtmaktan kaçınıyor. “Ne yazık ki, daha fazla organik gıda tüketmek tavsiye ediliyor, ancak genelde daha pahalı. En azından meyve ve sebzeleri yemeden önce yıkamak gerekir; mümkünse organik tercih edilmeli.” diye ekledi.