Bilim ve Dünya
12/11/2025

Araştırmacılar, Arnavutluk-Yunanistan sınırında, zifiri karanlıkta yer alan Kükürt Mağarası’nda, 111 binden fazla örümceğin yaşadığı ve dünyanın en büyük örümcek ağı olarak tanımlanan devasa bir koloni keşfetti.
Subterranean Biology dergisinde 17 Ekim tarihinde yayımlanan çalışmaya göre, mağaranın kalıcı karanlık bölgesinde bulunan bu olağanüstü koloni, dar ve alçak tavanlı bir geçidin duvarı boyunca 106 metrekare (1.140 ft²) alana yayılan dev bir ağdan oluşuyor. Araştırmacılar, ağın binlerce huni biçimli ağın birleşiminden meydana geldiğini belirtti.
Çalışmanın başyazarı, Transilvanya’daki Sapientia Macar Üniversitesi’nden biyoloji doçenti István Urák, keşfin iki yaygın örümcek türünde ilk kez koloni davranışına dair kanıt sunduğunu ve bunun muhtemelen dünyanın en büyük örümcek ağı olduğunu söyledi. Urák, “Doğal dünya hâlâ sayısız sürpriz barındırıyor. Ağı ilk gördüğümde hissettiğim tüm duyguları kelimelere dökmem gerekse, hayranlık, saygı ve minnettarlığı öne çıkarırdım. Bunu gerçekten anlamak için yaşamak gerekir.” ifadelerini kullandı.

Dev örümcek kolonisi, hidrojen sülfidin yeraltı sularındaki oksidasyonuyla oluşan sülfürik asidin oyarak şekillendirdiği Kükürt Mağarası’nda yer alıyor. Araştırmacılar koloniye dair yeni bulgulara ulaşsa da, ağ ilk kez 2022 yılında Çek Speleoloji Derneği üyeleri tarafından Vromoner Kanyonu’ndaki bir keşif gezisinde görülmüştü. Bilim insanları 2024 yılında mağarayı tekrar ziyaret ederek ağdan örnekler topladı ve Urák bu örnekleri inceledikten sonra kendi araştırma ekibiyle mağarada bağımsız bir keşif gerçekleştirdi.
Analizler, kolonide iki örümcek türünün yaşadığını ortaya koydu: Tegenaria domestica (ev örümceği ya da huni örümceği) ve Prinerigone vagans. Urák ve ekibi, mağara ziyareti sırasında yaklaşık 69.000 T. domestica ve 42.000’den fazla P. vagans bireyinin bulunduğunu tahmin etti. DNA analizleri, bu iki türün koloninin baskın türleri olduğunu doğruladı.
Urák, Kükürt Mağarası’ndaki koloninin şimdiye kadar belgelenmiş en büyük örümcek topluluklarından biri olduğunu, ayrıca bu iki türün daha önce birlikte yaşama ve iş birliği yapma davranışı sergilemediğini belirtti. “T. domestica ile P. vagans’ın aynı ağ yapısı içinde bu kadar büyük sayılarla birlikte yaşaması benzersiz bir durum.” dedi. Normal koşullarda huni örümceklerinin P. vagans türünü avlaması beklense de, çalışmada ışık yokluğunun örümceklerin görme yetilerini zayıflatmış olabileceği söylendi.

Kolonideki örümcekler, ısırmayan küçük tatarcıklarla besleniyor. Bu tatarcıklar ise mağaradaki sülfür oksitleyen bakterilerin oluşturduğu beyaz mikrobiyal biyofilmlerle (mikroorganizmaları çevresel tehditlerden koruyan kaygan salgılar) besleniyor. Doğal kaynaklardan beslenen sülfür açısından zengin bir akarsu, mağaranın içinden geçerek hem mikropların hem de bu besin zincirine bağlı tatarcıklar ve örümceklerin yaşamını sürdürebilmesini sağlıyor.
Örümceklerin sülfür açısından zengin diyetlerinin, mikrobiyom çeşitliliğini önemli ölçüde azalttığı saptandı. Bağırsak içeriği analizleri, mağara örümceklerinin aynı türlerin dış ortamda yaşayan bireylerine kıyasla genetik olarak farklılaştığını, dolayısıyla karanlık koşullara uyum sağladıklarını ortaya koydu.
Urák, “Genellikle bir türü tamamen bildiğimizi, her yönünü anladığımızı sanırız; oysa beklenmedik keşifler hâlâ mümkündür. Bazı türler olağanüstü genetik esneklik sergiler ve bu özellik yalnızca aşırı koşullar altında ortaya çıkar. Bu gibi koşullar, ‘normal’ şartlarda görülmeyen davranışların gözlemlenmesini mümkün kılar.” dedi.
Araştırmacı, mağaranın iki ülke arasında yer almasından kaynaklanabilecek zorluklara rağmen koloninin korunmasının önemli olduğunu vurguladı. Ayriyeten ekibin, Kükürt Mağarası’nın canlı ekosistemine dair yeni ipuçlarını ortaya koyacak başka bir çalışmayı yürütmekte olduğunu belirtti.